25 Aralık 2014 Perşembe

Her gece sen



Her gece sen girersin rüyalarıma.
Her gece sen...Paramparça olur uykularım.
Karanlığın en koyulaştığı yerde kapının çalındığını duyarım.
Açınca soğuk bir rüzgar çarpar yüzüme.
Sen yoksun...
Kilitlenir dudaklarım gözlerim karanlıklarda boşuna arar seni.
Sen yoksun...
Yalnızlığımı kadehlere doldurup tek başıma içmeliyim bu gece
Kırmalıyım kapıları evleri ateşe vermeliyim
Sen yoksun...
Zaman gitgide uzar..
Altmış saniye bir dakika..Altmış dakika bir saat..
Ve sabahın olmasına daha beş saat var.
Beklemek bir çeşit ölmektir.
Sen yoksun...
Bu bana her gece binlerce ölüm demektir.

Ben vapurlar dolusu kederimle yapayalnızım.Sen uzak bir körfezde özlemli, dalgın.Kıyılarına çarpıp ağladığı yerde dalgaların.Neden ay karşılardan yükseldiği zaman, 
Başın omuzlarımda olmasın? 
Neden ellerin avuçlarımda değil? 
Neden gözlerim aradığı zaman gözlerini bulmasın? 

Durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor.Bu yolların bir yerde ayrılması.
Uzayan kilometreler...
O sefil, anlayışsız bakışları insanların.Dünya, o eski dünya değil
Tanrı'ysa çoktan unuttu bizi.Şu uçsuz bucaksız evrende
Ne derdimizi dinleyen, 
Ne de bir anlayan var sevgimizi.

İki ömür değil, 
İki ayrı ve büyük yalnızlıktır yaşadığımız.
Her şey aslında başka renkte.
Vernikli eşyalar, vernikli yüzler...
Altından yer yer sırıtan bir yoksulluk.
Yalan üstüne yalan, 
Oyun içinde oyun...
Her şey bir yerde anlamsız ve boş.
Gerçek olan şimdi senin yokluğun.

Senin varlığını özledim duyuyor musun?Bak nasıl artıyor ellerimin sıcaklığı.
Dinle bak nasıl çarpıyor yüreğim.
Bütün sokaklarında bu şehrin sana koşuyorum.Seni soruyorum gelip geçene, 'Görmedik', diyorlar.Anlamıyorlar seni nasıl özlediğimi, Nasıl sevdiğimi bilmiyorlar.
Volkanlar tutuşuyor, 
Ormanlar yanıyor içimde.
Her gece milyonların uyuduğu bir anda devler uyanıyor içimde.

Seni düşünüyorum, 
Karanlıklar içinden özlemli sesin geliyor.
Bir ışık yanıyor çok uzaklarda, Çorak topraklarımın üzerinden bir bulut geçiyor.Şimdi umutlarım, varılmaz uçurum diplerinde
Korkunç, karanlık mağaralarda hayallerim.Derin bir kuyudan su çekercesine, 
Zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim.Sen her zaman olduğun gibi
Yine o en güzel, en değerli...
Benimse ellerim sımsıcak, 
Dudaklarım nemli, 
Özlediğim her şeyimle kopup en yüksek tepelerden bir çığ gibi sana geliyorum.Sonra dağlar çöküyor ansızın, 
Ağaçlar devriliyor, 
Evler yıkılıyor, 
Altında kalıyorum...

Kırık bir heykel, 
Parçasını arıyor her gece.
Bir şarkı notasını...
Bir tablo renklerini...
Ağaç yapraklarını...
Vazo çiçeklerini...
Ve bir adam, Her gece yollara düşüp, Yana yakıla seni arıyor...
Mağrur gözleri ıslak, İlk defa ağlıyor bu adam, 'Gel ' diye, 
İlk defa yalvarıyor...


Ben her gece, 
Gözlerim tavanda bir noktaya dikilmiş, 
Seni düşünüyorum.
Ve sen o saatlerde, 
Benim görmediğim rüyaları görüyorsun.
Bir böcek giriyor kafatasıma...
Her gece sen, 
Bir cinnet gibi, 
Kanıma yürüyorsun...

UMİT YAŞAR OĞUZCAN




22 Aralık 2014 Pazartesi

Alacanım

ah, nerde benim altından avaze sesim! 
yankısı bir duvara gömülmüş testide kaldı 
avaze sesim! 

şimdi başkalarının kalplerinde yankılanan 
bir zamanlar içinden geçtiğim aşklardı 
feryattan kimseler ölmez, denirken 
duvarlardan geçtim 
artık kimseyi sevemez aşktan ölmüş yürek, derlerdi 
şimdi kulağını dayadığın duvarda inleyen testi 
bir zamanlar feryatlarda unuttuğum avaze sesim! 

alacânım, 
mil yeşili gözlerin 
dindirdi gözlerimi 
kaç körü birden öldürdün bende 
mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm 
ben yandıkça 
ezber ettin ayazın demirini 
alacânım, 
indi mi göğsüne heves? 
hangi duvarın halısında 
gördün, bildin, vurdun beni 
kaç ormandan geçti 
içinde kaybolduğumuz o büyük takip 
içimizde bunca gurbet dururken 
yol ettik uzaktaki sılayı 
şimdi burdayız 
kanlar içinde 
alacânım 
indi mi göğsüne heves? 

etimdeki eksik yangın, sindi yüreğim 
seyreldi tenim sahtiyan tarih 
mahsur kaldım, meçhul oldum, şehit düştüm, 
alacânım, 
indi mi göğsüne heves? 

alacânım, 
rahat et ben gölgene ilişeyim 
her belanı ben göreyim 
yüreğimi ihbar et, 
bana bir uçurum ver, gideyim 
alacânım, 
indi mi göğsüne heves? 
biliyorsun adımın kıblesini 
bir meşhur hâfızla, meşhur bir şehvet 
alacânım, 
şuramda sinsi bir sızı 
gel öldüğümü farz et 
senden gelen her habere 
canımdan uçurduğum şahin 
pençesinde kaldı bileğim, yazım, harflerim 
bir yanım onla uçtu, sende kaldı, ben bittim 
alacânım, 
indi mi göğsüne heves? 

alacânım, 
yakılmış bir köyün adıydı adın 
görmedi kimse 
içinde ben de yandım 
o gün bugün kalbimin doğusunda tüten duman 
nerede olursan ol göğündeyim kanlı tarih her zaman 
Mardin'im, Midyat'ım 
ah benim altından avaze sesim 
kardeşlerimdi ölen de, öldüren de 
aranızdaki duvarda 
gömülü kaldım 

etimden uçurduğum uçurum 
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum 
bir hâfızken eskiden 
mecnun kaldım şimdi 
aşktan, senden, kendimden 
n'olur sevmeden öldürme beni 
alacânım, 
söyle, indi mi göğsüne heves?

Murathan MUNGAN

20 Aralık 2014 Cumartesi

Basit biri değilim

Basit biri değilim.. 
Gözlerimi kanatırcasına ağladığım gecelerim var, 
Kahkahalara sarılmış anılarım.. 
Herkes kadar dertli, bazılarından fakir, çoğundan zenginim. 
Bilmeyene sevmeyi öğretecek kadar büyük bir kalbim, 
Gidene beddua edemeyen bir dilim var.. 

"Yüreğimi korkak büyütmedim ben. 
Kaybettiklerim, dağıttığım servetimdir..." 

Can Yücel

18 Aralık 2014 Perşembe

Ne içindeyim zamanın


Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

Ahmet Hamdi TANPINAR

Aysel git başımdan

Aysel git başımdan ben sana göre değilim 
Ölümüm birden olacak seziyorum. 
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 
Aysel git başımdan istemiyorum. 

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün 
Dağıtır gecelerim sarışınlığını 
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın, 
hiçbir dakikamı yaşayamazsın. 
Aysel git başımdan ben sana göre değilim. 
Benim için kirletme aydınlığını, 
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 

Islığımı denesen hemen düşürürsün, 
gözlerim hızlandırır tenhalığını 
Yanlış şehirlere götürür trenlerim. 
Ya ölmek ustalığını kazanırsın, 
ya korku biriktirmek yetisini. 
Acılarım iyice bol gelir sana, 
sevincim bir türlü tutmaz sevincini. 
Aysel git başımdan ben sana göre değilim. 
Ümitsizliğimi olsun anlasana 
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. 

Sevindiğim anda sen üzülürsün. 
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki 
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş, 
uzak yalnızlık limanlarına. 
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş, 
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki. 
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. 
Sakın başka bir şey getirme aklına. 
Aysel git başımdan ben sana göre değilim, 
ölümüm birden olacak seziyorum, 
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. 
Aysel git başımdan seni seviyorum...

Atilla İLHAN

17 Aralık 2014 Çarşamba

Çok güzel şey

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.

Melih Cevdet ANDAY

16 Aralık 2014 Salı

Yalnız bir opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında 
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin


      Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

       
      Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
      yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
      kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
      çerçevesine sığmayan
      munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
      lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

      
      Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de 
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
    
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
      Takvim tutmazlığını
      Aramızda bir düşman gibi duran 
      Zaman'ı
      Daha o gün anlamalıydım
      Benim sana erken
      Senin bana geç kaldığını


      Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
      Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


      Şimdi biz neyiz biliyor musun?
      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
      Birbirine uzanamayan
      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
      Ne kalacak bizden?
      bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden 
      Bizden diyorum, ikimizden
      Ne kalacak? 

      Şimdi biz neyiz biliyor musun?
      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
      Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
      Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

      kış başlıyor sevgilim
      hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
      bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
      oysa yapacak ne çok şey vardı
      ve ne kadar az zaman  
      kış başlıyor sevgilim
      iyi bak kendine
      gözlerindeki usul şefkati
      teslim etme kimseye, hiçbir şeye
      upuzun bir kış başlıyor sevgilim
      ayrılığımızın kışı başlıyor
      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

      
      Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

      Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
      çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
      içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
      para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
      Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
      gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
      korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
      dışarıda hayat düşmandır size
      içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
      Bir ayrılığın ilk günleridir daha
      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

      Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
      kulak verdiğiniz saatin tiktakları
      kaplar tekin olmayan göğünüzü
      geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
      bakınıp dururken duvarlara
      boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
      kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
      yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
      kendimizi hazırlar gibi
      yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
      ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
      ve kazanmış görünürken derinliğimizi
      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
      bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
      hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


      denemeseniz de, bilirsiniz
      hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
    

      Bana Zamandan söz ediyorlar
      Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
      öyle düşünürler.
      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
      Zaman
      Alır sizden bunların yükünü
      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
      O boşluk doldu sanırsınız
      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

      gün gelir bir gün
      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
      o eski ağrı 
      ansızın geri teper.
      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
      Bitmişsinizdir.

      Zamanla  yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları 
      önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini  
      kazanır. Yokluğu derin  ve sürekli bir sızı halini alır.

      Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan 
      Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


      ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
      günlerin dökümünü yap
      benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
      kim bilebilir ikimizden başka?
      sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
      kendiliğindenliği
      yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
      bir düşün
      emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
      şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
      Bunlar da bir ise yaramadıysa
      Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda


      Bu şiire başladığımda nerde,
      şimdi nerdeyim?
      solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
      ikindi yağmurlarını bekleyen
      yaz sonu hüzünlerinden
      gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
      geçti her çağın bitki örtüsünden
      oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
      bakarken dünyaya
      yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
      çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
      unuttuklarını hatırlamaktan
      uzak uzak yolları tarif etmekten 
      haydutluktan ve melankoliden
      giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
      Bütünlemeli çocuklarla geçti
      gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
      dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

      Bu şiire başladığımda nerde,
      şimdi nerdeyim?
      yaram vardı. bir de sözcükler 
      sonra vaat edilmiş topraklar gibi
      sayfalar ve günler
      ışık istiyordu yalnızlığım
      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
      İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
                     Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
                     daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
      Aşk... Bitti. Soldu şiir.
      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


      Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
      Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
      uyudum, hiç uyanmadım.
      barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
      her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
      el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
      birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
      eksiliyorduk
      mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
      her otelde biraz eksilip, biraz artarak
      yani çoğalarak
      tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
      birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
      ağır ve acı tanıklıklardan
      geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
      maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
      linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
      korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
      ve açık hayatları seviyordu.
      Buraya gelirken 
      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
      atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
      ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
      çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
      panayır yerleri... panayır yerleri...
      ölü kelebekler... ölü kelebekler...
      sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
      Adım onların adının yanına yazılmasın diye
      acı çekecek yerlerimi yok etmeden
      acıyla baş etmeyi öğrendim.
      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
      
      ipek yollarında kuzey yıldızı
      aşkın kuzey yıldızı
      sanırsın durduğun yerde 
      ya da yol üstündedir
      oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
      ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
      ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

      AŞKIN BİR YOLU VARDIR
      HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
      AŞKIN BİR YOLU VARDIR
      HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
      gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
      gözlerim
      aşkın kuzey yıldızıdır bu
      yazları daha iyi görülen
      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
      ilerlerim
      zamanla anlarsın bu bir yanılsama
      ölü şairlerin imgelerinden kalma
      Sen de değilsin. O da değil
      Kuzey yıldızı daha uzakta
      yeniden yollara düşerler
      düşerim
      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
      yaşamsa yerli yerinde 
      yerli yerinde her şey

      şimdi her şey doludizgin ve çoğul
      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
      şimdi her şey yeniden
      yüreğim, o eski aşk kalesi
      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden


      Dönüp ardıma bakıyorum
      Yoksun sen 
      Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren



Murathan MUNGAN



15 Aralık 2014 Pazartesi

biz seninle yağmurda hiç ıslanmadık mesela..
gökgürültüsünden ürküp başımı göğsüne hiç yaslamadım..
hiç karıştırmadın saçlarımı ve burnumu bir kez bile sıkmadın..
peki neden içimdeki bu tarifsiz boşluk?
bunca terkedilmişlik hissi de neyin nesi?
şimdi gökyüzü ağlarken ve bağırırken çığlık çığlığa..hüznümü hangi toprak kokusu alabilir ki buğday teninden başka?
sahi sen beni hiç sevmedin mi?

14 Aralık 2014 Pazar

Özleyen


Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!

Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
Hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
Gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.

Yahya Kemal BEYATLI

11 Aralık 2014 Perşembe

Beni güzel hatırla

beni güzel hatırla 
bunlar son satırlar 
farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından 
yada bir yağmur sel oldum sokağında 
sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim 
beklide bir rüyaydım 
senin için.. 
uyandın ve ben bittim 

beni güzel hatırla 
çünkü sevdim seni ben her şeyini 
sana sırdaş oldum,dost oldum,koynumda ağladın 
yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini 
beni üzdün,kınamadım 
alışıktım vefasızlığa el oldun aldırmadım 

beni güzel hatırla 
sayfalarca mektup bıraktım sana 
şiirler yazdım her gece 
çoğunu okutmadım 
sakladım günahını sevabını içimde 
sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın 

beni güzel hatırla 
sana unutulmaz geceler bıraktım 
sana en yorgun sabahlar 
gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım 
en güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka 
söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye 
vedalar bıraktım duraklarda 
ne arasan bir sevdanın içinde 
fazlasıyla bıraktım ardımda..

beni güzel hatırla 
dizlerimde uyuduğunu düşün 
saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı 
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne 
anlından öptüğüm dakikaları 
birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün 
şaşırtmayı severim biliyorsun 
bu da sana son sürprizim olsun 
şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum 
beni güzel hatırla 
gidiyorum … 

Orhan Veli KANIK

Tek hece

var mı beni içinizde tanıyan?
yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
kalmasa da şöhretimi duymayan,
kimliğimi tarif etmek zor benim...

bülbül benim lisanımla ötüştü.
bir gül için can evinden tutuştu.
yüreğine toroslar'dan çığ düştü.
yangınımı söndürmedi kar benim...

niceler sultandı, kraldı, şahtı.
benimle değişti talihi bahtı,
yerle bir eylerim taç ile tahtı,
akıl almaz hünerlerim var benim...

kamil iken cahil ettim alimi,
vahşi iken yahşi ettim zalimi,
yavuz iken zebun ettim selim'i,
her oyunu bozan gizli zor benim...

yeryüzünde ben ürettim veremi.
lokman hekim bulamadı çaremi.
aslı için kül eyledim kerem'i.
ibrahim'in atıldığı kor benim...

sebep bazı leyla, bazı şirin'di.
hat'rım için yüce dağlar delindi.
bilek gücüm ferhat ile bilindi.
kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

ilahimle mevlana'yı döndürdüm.
yunus'umla öfkeleri dindirdim.
günahımla çok ocaklar söndürdüm.
mevla'danım, hayır benim, şer benim...

benim için yaratıldı muhammet!
benim için yağdırıldı o rahmet!
evliyanın sözündeki muhabbet,
enbiyanın yüzündeki nur benim...

kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
görünmezim cismim de yok, resmim de
dil üzmezim, tek hece var ismimde
barınağım gönül denen yer benim...

Cemal SAFİ

7 Aralık 2014 Pazar

Hasretinden Prangalar Eskittim

   Seni, anlatabilmek seni.
   İyi çocuklara, kahramanlara.
   Seni anlatabilmek seni,
   Namussuza, halden bilmeze,
   Kahpe yalana.

   Ard- arda kaç zemheri,
   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...           
   Bir ben uyumadım,
   Kaç leylim bahar,
   Hasretinden prangalar eskittim.
   Saçlarına kan gülleri takayım,
   Bir o yana 
   Bir bu yana...

   Seni bağırabilsem seni,
   Dipsiz kuyulara,
   Akan yıldıza,
   Bir kibrit çöpüne varana,
   Okyanusun en ıssız dalgasına
   Düşmüş bir kibrit çöpüne.

   Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
   Yitirmiş öpücükleri,
   Payı yok, apansız inen akşamlardan,
   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
   Seni anlatabilsem seni...
   Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
   Üşüyorum, kapama gözlerini...

Ahmet ARİF

SEVİ ŞİİRİ

Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...

Ümit Yaşar OĞUZCAN

6 Aralık 2014 Cumartesi

Bekleyen



Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...

Necip Fazıl KISAKÜREK

Ay öperken suların göğsünü

Ay öperken suların göğsünü sahilde yıkan
İnleyen dalgaların haline bak da beni an
Ne kadar sevmese gönlün bana sendin acıyan
Hıçkıran dalgaların haline bak da beni an.


Özlem Şiiri

Bir gece, 
Gecede bir uyku.. 
Uykunun içinde ben.. 
Uyuyorum, 
Uykudayım, 
Yanımda sen. 

Uykumun içinde bir rüya, 
Rüyamda bir gece, 
Gecede ben.. 
Bir yere gidiyorum, 
Delice.. 
Aklımda sen. 

Ben seni seviyorum, 
Gizlice.. 
El-pençe duruyorum, 
Yüzüne bakıyorum, 
Söylemeden, 
Tek hece. 

Seni yitiriyorum 
Çok karanlık bir anda.. 
Birden uyanıyorum, 
Bakıyorum aydınlık; 
Uyuyorsun yanımda. 
Güzelce..

Özdemir Asaf

5 Aralık 2014 Cuma

Bir gün seni sevdiğimi anlarsın


Uykuların kaçar geceleri
Bir türlü sabah olmayı bilmez
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın
Onun unutamadığın hayali
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine
Sevmek neymiş birgün anlarsın

Birgün anlarsın aslında herşeyin boş olduğunu
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin
Gün gelir de sesini bir kerecik duymak için
Vurursun başını soğuk taş duvarlara
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın
Sevmek neymiş birgün anlarsın

Birgün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin de aynalarda güzelliğini
Boşuna geçip giden yıllarına yanarsın
Dolar gözlerin için burkulur
Sevmek neymiş birgün anlarsın

Birgün anlarsın sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz, ama yorgun, ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek neymiş birgün anlarsın

Birgün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
Zaman bir çiçek gibi büyür kabrimde kendiliğinden
Bir gün seni sevdiğimi anlarsın

Ümit Yaşar Oğuzcan 

4 Aralık 2014 Perşembe

Hastalıklı Bir Şiir


Zeynep'in, anksiyete bozukluğuna ithafen; 

Korkakça bir cesaret 
Bu senin sevgindeki 
Olmayacaktan daha çok 
Daha da çok ama 
Korkuyormuşsun gibi 

Nedensiz korkuyorsun 
Senin bu paniğin 
Hiç birimizinkine benzemiyor 
Onun da nedenini bilmiyorsun 
Ellerin titriyor, 
Soğuk terler boşalıyor 
Göz kapaklarının kıyısından 
Avucunun içleri, 
Ayak altların terliyor 
Nedensiz terliyor hem 
Uykusuz, sinir nöbeti geçen 
Bitimsiz gecelerden 
Göz bebeklerin nedensiz gene 
Alabildiğine genişliyor 

Dudakların kuruyor, 
Kalp atışlarına 
Sonu gelmez bir 
Metronom kazandırıyor 
Kızarıyor sırasıyla 
Boynun ve göğsün 
Onlar da nedensiz 
Başın ağrıyor, 
Kaskatı kesiliyor 
Bütün bir vücudun 

Teninin rengi, zihninin 
En tenhaları 
Dağılıp dağılıp duruyor 
Yarı gecenin 
Ortalık yerinde en çok 
Nedensiz hem 
Alabildiğine 

Hafızanı kaybediyorsun 
Islık çalarak arıyorum 
Evin salonunda, 
Kanepenin altında 
Mutfak balkonunda 
Bir sigara dumanında, 
Bir kafiyeli çığlıkta 
Bilmiyorsun 
Hafızanı seviyorum 
Laleli'deki 
Üniversite kampüsünde 
En çok ve nedensiz 

Büyük büyük laflar ediyorum 
Şaşırıyorsun 
Nedensiz korkuyorsun 
Paniklere gene nedensiz 
Neredeyse tüm gecelerini 
Uykusuz fakat 
Teslim ediyorsun 
Avuç içlerin ve 
En çok ayak altların 
Terliyorlar 
Olmayacak şeylerden korkuyorsun 
Olan, zaten olmuştur 
Nedensiz korkuyorsun 
Bilmiyorsun, 

Ne olduğunu kimse bilmiyor 
Ama en çok da sen bilmiyorsun 
Paydos sirenlerini çalmış bir kalbin 
Nasıl yeniden duygu üretimine 
Başladığını 
En çok da gece vardiyalarında 
Soluksuz... 
Bilmiyorsun 
Nedensiz bilmiyorsun 

İhsan Özmen